Kılıçaslan Basım Ambalaj A.Ş. Ankara İvedik Organize Sanayi Bölgesi’nde Matbaacılar Sitesinin yanı başında 6000 metre karelik iki katlı alanda, 40 kişilik ekiple; ofset karton ambalaj, sürekli form, termal kağıt ve flekso baskıyı bir arada yürüten 56 yıllık geçmişe sahip bir işletme.
Küçük bir el pedalı ile sıfırdan başlayan serüven, bugün üçüncü kuşağın da devreye girmesi ile yüksek miktarlarda kağıt işleyen, işi çeşitlendiren bir işletmeye dönüşmüş durumda. Halen İrfan Kılıçaslan ve oğlu Seyfettin Kılıçaslan tarafından yönetilen matbaanın kağıt tedariğinin bir bölümü yurt dışından kendi bağlantıları ile temin ediliyor.
Sıfırdan başlanan matbaacılık
Kılıçaslan Matbaacılık’ın kurucusu Seyfettin Kılıçaslan 11 yaşında babasını kaybetmiş ve 14 yaşında tek başına Kırşehir’den Ankara’ya çalışmaya gelmiştir. Güzel Sanatlar Matbaası, Doğuş Matbaası gibi işletmelerde mürettiplik yaptıktan sonra edindiği el pedalı ile evde küçük işler basmaya girişir. 1962 yılında çok sayıda küçük matbaanın bulunduğu Ulus / Börekçi Han’da işletmesini açar. Bu arada evlenmiş, Fahri ve İrfan adlarında iki oğlu olmuştur. Çocuklar eğitimlerini sürdürürken tatillerde de matbaada çalışmaktadırlar.
İrfan Kılıçaslan bu süreci şöyle anlatıyor. “Orta okuldayken, kağıtçıların yoğun olduğu Tenekeciler Sokak’tan parça kağıt alır onlara el pedalında etiket bono (senet) basarak büfelere, kırtasiyelere satardım. Bunu kendi adıma yapıyor ve güzel para kazanıyordum kazancımı da aileme veriyordum. O yıllarda herkes gibi tatil yapma şansımız olmadı. Lise yıllarında da yaz tatillerinde ağabeyimle beraber matbaada olurduk. Daha sonra ağabeyim okulu bırakıp fiilen matbaada çalışmaya başladı.”
Öğretmenlikten matbaacılığa, tipodan ofsete
Gazi Eğitim Enstitüsü Matematik Bölümü mezunu olan İrfan Kılıçaslan beş yıl süren öğretmenlik dönemi süresince, öğretmenlikten kalan tüm vaktini matbaa makinelerinin başında geçirir. Genç bir öğretmenken kendisine teklif edilmesinden onur duyduğu idarecilik teklifini bu yüzden geri çevirir.
1983 yılı sonunda baba Seyfettin Kılıçlaslan’ın trafik kazasında hayatını kaybetmesiyle istifa dilekçesini zorla okul idaresine kabul ettiren İrfan Kılıçaslan bütünü ile matbaaya döner.
O tarihlerde matbaa ağırlıklı olarak SSK’nın ihalelerine yoğunlaşır. Bu işler rekabet nedeniyle çok kârlı olmasa da iki kardeş gece gündüz fiilen çalışarak birikim sağlarlar ve bir ofset baskı makinesi arayışına başlarlar. İrfan Kılıçaslan bu dönemi şöyle anlatıyor. “Ofset makinesi almak için araştırmalara başladım ama etrafımdakiler yanlış yaptığımı söylediler; ‘Evin yok, ev al; ofsete usta dahi bulamazsın, tipo al; iş nasıl bulacaksın’ denildi. Oysa ben sektörün ofsete doğru gittiğini görerek ofset almam gerektiği konusunda ısrarlıydım. 1984 yılında Saydam Matbaası’ndan babamın da arkadaşı olan rahmetli Şükrü Ağbi ile beraber İstanbul’a gittik ama o zamanlar şimdiki gibi değil, piyasada makine bulunmuyor. Bulduğumuz bir makineyi de Şükrü Ağbi aldı. O alınan makineyle de şimdiki Alp Ofset’in temelleri atıldı. Bir müddet sonra matbaaya bizim makine aradığımızı duyan birisi geldi; İsveç’ten geldiğini, birçok makine getirdiğini ve sattığını son kalan pompalı ofset baskı makinesini de istersek bize verebileceğini söyledi. Böylece ilk ofset makinemizi aldık, Ankara’nın ilk 10 ofsetinden biriydi sanırım.
Makineler tek renkli olunca işler yetişmiyor ve matbaalar birbirinin imdadına koşuyor
Makineyi çalıştırdık ama ofsetten hiç anlamıyoruz, tipoya benzemiyor, kalıp lazım. Ben yine Alp Ofset Ziya Sonkur’dan öğrendiğim bilgilerle Er Ofset’e, İsmail Eryılmaz’a gittim. Montajı uzatıp bunun kalıbını istiyorum dedim. Bir malzemeci ismi verdi, ‘oradan kalıp alacaksın. Kalıp bize geldiğinde grene göndereceğiz. Kalıp başına da bize şu kadar para verip kalıbını alacaksın’ dedi. İlk kalıbı alıp basmak epey keyifli bir işti. O makineden çok para kazandım.
O zamanlar, arkadaşım olan Ziya Sonkur’un da (Alp Ofset) ciddi anlamda yardımı oldu bize. Makinenin ayarlarını yaptı, zorlandığımız yerlerde kendisi geldi. Daha sonra onunla birlikte Spor Toto’nun bir ihalesine girdik. Çok zor ama kârlı bir işti. Zamklı kağıda baskı yapıyorduk. Baskı sırasında kağıt dönüyordu. Bir sürü numaratör gerekiyordu ama piyasada numaratör yoktu, parayla arasan bulamıyordun. Yine birbirimize destek olarak o işin altından da kalktık. Ardından 1986 yılında banka kredisi de kullanarak Sıhhiye Hanımeli Sokak’ta bir yer satın aldık ve oraya taşındık.”
O tarihlerde 50×70 ofset makineler pek piyasada yoktu ve öyle bir makineye sahip olmak da önemliydi. Ankara piyasasında 46 x 64 ve 64 x 90 makineler yaygındı. Ünal Ofset zamanın en iyi matbaalarından biriydi. Bunun gibi Pan, Pelin, Odak gibi birkaç matbaa daha vardı. Onlar da tek renk makinelerle çalışırlardı. Reklam ajansları ise Ankara piyasasında etkin durumdaydı ve kalite çıtasının yükselmesine katkıda bulunmaktaydılar.
Kılıçaslan şöyle devam ediyor “Ünal Ofset’te Ünal Abi, onun kardeşi Recep Yılmaz, ofset ustabaşı İhsan Duru vardı. Onlar o dönemde matbaa sektöründe ekoldü. Bu işin piri denirdi. En kaliteli işler onlardan çıkardı. Bizim de yakın görüştüğümüz insanlardı. O dönem Anavatan Partisi’nin Papatya Dergisi’ni, Semra Özal’ın çıkardığı söylenen gazeteyi basarlardı. Baskı yetişmediği için bizim matbaa da sürekli onlara çalışırdı. Makineler tek renkli olunca iş yetişmiyordu.”
90’lı yıllarda bazı ajanslar Ankara’da bilgi birikimleri ile çıtayı yükselttiler
90’lı yılların başında basım sektörünün bilgisayarla tanışıklığı reklam ajansları vasıtası ile olur. İrfan Kılıçaslan döneme ilişkin şunları söylüyor. “Geçmişte, o günkü teknoloji çerçevesinde renkli, kreatif, kaliteli işler yapmak oldukça zordu. Ofsette renk kavramı daha çok yeniydi. Pantone ile çalışmak, karıştırarak renk yapmak sıkıntılıydı. Bunun için yetişmiş insan gücü yoktu ancak az sayıdaki reklam ajanslarında bu birikim vardı. Tram, tram sıklığı, açılar, renk oluşması gibi kavramlar dönemsel olarak daha bilimseldi ve matbaalarda bu konuda bir bilgi birikimi henüz yoktu. Bazı ajanslar bu bilgi ile öncülük yaptılar ve matbaalara da katkıda bulundular. Ajansların hazırladıkları renkli işler ve bunların baskısını bizlerden talep etmeleri bizlerin de o dönemde kadrolarımızı geliştirmemize yardımcı oldu. Yine o dönemde trikromi işler basmak, ten ve doğadaki renklerin baskısını doğru yapmak tek renkli makinelerle zordu, renk ayrımının da doğru yapılması gerekiyordu ve bir sanatkarlık gerektiriyordu.
Ardında bilgisayarın devreye girmesi ve bilgisayar üzerinde renk ayrımı yapılması süreçlerinde yine ajanslar öncülük yaptılar. Henüz bilgisayarlar matbaalara girmemişti ve bu altyapı reklam ajanslarında vardı. Bilgisayarla daha önce tanışanlar olsa da renk de işin içinde olduğu için bu ikisini bir arada değerlendirip kullanan reklam ajanslarıydı.”
“Tedarikçilerden büyük destek gördük; itibarının olması çok önemli”
İrfan Kılıçaslan, sıçrama noktalarının neler olduğunu sorumuza şöyle yanıt veriyor: “Birkaç tane var elbette ama biraz önce sözünü ettiğim ofset yatırımı önemliydi. Zamklı kağıda numaratörlü iş alıp yapmak önemliydi. Biz genelde herkesin yapmak istemediği, kaçtığı işleri aldık. Onlardan birisi de numaratörlü işlerdir. O dönemde bu işlerden matbaacılar pek hoşlanmazdı. Geçmişte sürekli form işine girdiğimizde de bobin kâğıt birçok matbaacının uğraşmak istemediği bir işti. Bizim işimizde ham madde temin ettiğimiz fabrikalar, kâğıtçılar, onlarla ilişkiler, onlara verdiğin güven de çok önemli. Onlar da bizi tercih ederdi, desteklerdi. Başkasına 10’a veriyorsa bize 9’a vermeyi tercih ettiler. Bir işi kârlı yapabilmek için ham maddeyi ucuza alman lazım, herkesin aldığı fiyattan alırsan işi yapma şansın azalıyor.
1984-1985 yıllarıydı. O zamanlar Ordu Mağazaları diye askeriyenin mağaza zinciri vardı. Kullandıkları matbu evrakların baskısı için ihaleye çıkarlardı. Genellikle de 5-6 matbaa bu ihaleye girer, hangisi hangi kaleme ucuz fiyat verdiyse iş ona verilirdi. Fakat o sene dediler ki işin hepsini bir matbaaya vereceğiz. O kadar kâğıdı karşılama şansım yoktu. Zaten o yıllarda kâğıt zor temin ediliyordu ve finansı ciddi bir problemdi. Sonradan yanan Modern Çarşı’da İmamoğlu Kâğıt vardı: Askeriyeden emekli, yaşlı, huysuz ama adaletli; kendisine gelen kâğıdı adil bir şekilde matbaacılara dağıtan; karaborsa satış yapmayan bir firma. Bu durumu kendisine anlattım. Ben giremiyorum, bu kadar kâğıt yok, finansal olarak da karşılayamıyorum dediğim zaman, hiç unutmuyorum, çekmecesinden deponun anahtarını alıp uzattı ve ‘al, ne kâğıt istiyorsan al kullan’ dedi. Çok etkilendim. O işin tamamını aldık. Gece gündüz çalıştık, sonuçlandırdık.”
1997 yılında Sıhhiye Hanımeli Sokak’daki yer artık Kılıçaslan Basım Ambalaj A.Ş. ne dar gelmeye başlar. Yeni makinelere ve daha geniş mekânlara ihtiyaç vardır. İrfan Kılıçaslan bu süreci şöyle anlatıyor. “Denizciler Caddesi’ndeki yerimiz 27 m² idi. Hanımeli Sokak’taki yerimiz 350 m². Sürekli forma geçmek, bobin kağıtlarla uğraşmak istiyordum ama orada olacak bir şey değildi. Kazım Karabekir o zamanlar daha şehir dışı, kamyon giriş çıkışı rahat olan bir yerdi. Kazım Karabekir’e gidince işin şekli de değişti. Orası için en fazla 5 yıl zaman biçmiştim ama 1997’de gidip 2015’te ayrılmak kısmet oldu. Kazım Karabekir’de de yerin altında olduğumuz için çalışma koşulları zordu. Nakliye açısından kolaydı ama nefes alma yönünden zor bir konumdaydık.
Zamanla orası da şehrin içerisinde kaldı ve yetmemeye başladı ve Matbaacılar Sitesi’ndeki yerimize taşındık. Matbaa sektöründe yer ve büyüklüğü çok önemli. Çalışma şartlarını kolaylaştırıyor, üretimi arttırıyor.
Orada sürekli forma başladık. Hatta geç bile kalmıştık sürekli form için. Ama dediğim gibi yer probleminden dolayı o yıllarda geçmek nasip oldu. Otokopili kağıtlara baskı Hanımeli Sokak’taki yerimizde da yaptığımız işlerdi ama bobine Kazım Karabekir’deki yerimizde geçtik. Daha sonra sürekli formun da bir sonunun olduğu düşüncesiyle yönümüzü ambalaj çevirdik.
Sürekli forma geçmek istiyorsun ama doğru makine ne onu bilemiyorsun. Yanlış yatırım insanı geriye götürür. Etrafımızda bu tür örnekler oldu. Bobinden bobine, çok güzel bir makine aldık, doğru makineydi. O makine hâlâ güncelliğini koruyor. Aynı makineyi değil ama aynı marka bir makineyi kullanıyoruz. Sürekli formda kağıdın uzaması kısalması, deliklerin tutması, kağıdın geçirgenliği gibi çok önemli şeyler var. Bunları çözmek, müşteriye kendine kabul ettirmek, bu işte iddialı olmak kolay değil ama bunları yaparsan başarılı oluyorsun.
Bu arada biz Mopak’ın da ciddi desteğini gördük. Bize otokopili kağıt temininde yardımcı oldular. Mehmet Ali Bey bana güvenirdi. Ben de onun bu güvenini boşa çıkarmazdım. Otokopi üretimine geçtiğinde onların da hataları oluyor, biz de bu hataları büyütmüyor, o kağıtları kullanmaya, işlemeye çalışıyorduk. Karşılıklı iyi niyetle çalıştık.
Meteksan’ın da bize ciddi yardımı oldu. İhalelerde sadece bize kağıt verirlerdi, başkasına kolay kolay vermezlerdi. Bunlar da önemli. İnsanları üzmezsen, ekonomik olarak zora sokmazsan o insanlar da kullanabileceği bazı imkânları senin için kullanıyor. İtibarın olması çok önemli. Bunu bizim işimizi yapan ya da iş yapan herkese şiddetle tavsiye ederim. Taahhütte bulunuyorsa yerine getirsin, getiremeyecekse bulunmasın. Bu çekten, senetten daha önemli. Bunu bilen kağıt ithalatçısı ya da üreticisi de sana kolaylık sağlayabiliyor. Bu da işinde avantaj olabiliyor.”
“Eğer makineyi tam kapasite çalıştırmıyorsan bünyende tutmak daha maliyetli”
Kılıçaslan Basım Ambalaj A.Ş. Kâzım Karabekir’deki yerine geçince, genişleyen alanın avantajı ile büyük ve çok renkli makine yatırımına yönelir. Uzun süredir düşünülen ambalaja dönük çalışma fikrinin önü açılmıştır. Yer ambalaj için çok elverişli olmasa da devreye alınan makinelerle bu kulvar açılır. Makinelerin nasıl ve nereden alındığı sorumuzu Kılıçaslan şöyle yanıtlıyor.
“Kazım Karabekir’deki yerimiz ambalaj için müsait değildi ama o dar yerimizde başladık. Almanya’dan uygun fiyatla Heidelberg 5+lak, Bobst kesim ve yapıştırma gibi makineler aldık. Sadece kullanabileceğimiz kağıdı içeriye alabiliyorduk. Bitirdiğimiz işi hemen sevk etmek durumundaydık. Bir TIR geldiği zaman trafik yoğunluğundan yarım gün onu indirmekle uğraşıyorduk. Taşınmamız gerekiyordu ama bu ancak 2015 yılında gerçekleşebildi.
Şimdiki yerimizde çok rahatız ve bu anlamda çok memnunuz. Burada 6 bin metre kare kapalı alan kullanıyoruz. Bizim için gayet yeterli. Sitede ve merkezi olması büyük avantaj. Çalışanlarımızın gelip gitmesi gayet rahat. Her türlü malzemeye kolay ulaşıyoruz. Selofancı, kağıtçı yanımda. Her türlü ihtiyacımı çok rahat bir şekilde karşılayabiliyorum.”
Kılıçaslan Basım Ambalaj A.Ş. büyürken baskı öncesi ve baskı sonrası süreçlerinin tamamı için makineleşmeye gitmeyen bir işletme. Matbaada, CtP, selofan gibi baskı öncesi ve sonlandırma için bazı yardımcı makineler bulunmuyor. İrfan Kılıçaslan bunu şöyle açıklıyor.
“Bir ara CtP’yi bünyemize aldık, kullandık ama şunu gördüm: Bizim tüm gün boyunca o makineyi dolduracak kalıp işimiz olmuyor. Makine bir arıza yapınca tamir için usta uçakla İstanbul’dan geliyor. Bunların hepsi maliyet ve zaman kaybı. Banyo hazırlıyorsun ama o banyoda yeteri kadar kalıp çekmesen de süresi dolunca onu da atıyorsun. Baktık bizim için çok ekonomik değil. Yer de kaplıyor, teknolojisi de eskiyor. Niye öyle bir şeye girelim dedik. Bünyemize almanın hata olduğunu düşündük ve elden çıkardık. Yakınımızda bu işi 24 saat yapan, bünyemizde olmasa da bizi daha rahat ettiren reprocular var, onlarla çalışıyoruz. Selofan da onun gibi. Yani her şeyi alman gerekmiyor. Bazı işleri dışarda yaptırmak kendi bünyende yapmandan daha ucuza mal olabiliyor.”
Farklı kulvarlarda hizmet…
Kılıçaslan Basım Ambalaj A.Ş., karton ambalaj ve sürekli form yanında sektörün farklı alanlarında da hizmet veren bir işletme. Son bir yıldır termal kağıt baskısı da yapılan işletmede bir de flekso baskı makinesi çalışıyor. Hem karton tarafında hem de termal ve otokopi tarafında bobin ebatlayan ve dilimleyen makinelerin de olduğu matbaada, termal kağıda basılan elektrik, su faturası gibi işlerle, yazar kasa ruloları küçük bobinler haline getiriliyor. Hem ambalaj hem de termal kağıt baskılarında kullanılabilen flekso baskı makinesi ön-arka baskı yapabilen 5 renkli bir makine. Fleksonun sonlandırması için bobinden bobine şekilli kesim yapabilen bir makine de var. İrfan Kılıçaslan, Kılıçaslan Basım Ambalaj A.Ş. için nispeten yeni bir kulvar olan flekso baskı ve termal kağıt baskısı ile ilgili düşüncelerini şöyle dile getiriyor. “Flekso bizim için yeni. Baskı tekniği olarak çok farklı. Onda yapabileceğin işler ayrı, ofsette ayrı. Ankara termal konusunda çok zayıf. Bizim ciddi bir müşteri potansiyelimiz ve onlardan gelen talep var. Termal geleceği olan bir iş alanı.
Piyasada ciddi bir daralma var. Bu daralma gün geçtikçe de artıyor. Çok fazla dağılmak düşüncesinde değiliz. Hedefimizi belirledik o yönde gideceğiz. Bizim hedeflerimiz termal ve ambalaj. Çünkü sektör ciddi bir değişim içerisinde. Bir zamanlar çok makbul olan, çok talep gören şeyler şu anda rağbet görmüyor. İleride bu durum daha da değişebilecektir. Bizde sürekli form da devam ediyor. Çünkü hâlâ bir talep var ama ileride bu talep de düşecektir.
Günümüzde sektörün ciddi bir değişim içinde olduğunu görüyoruz. Kimisine göre sektör geri gidiyor ve dijital matbaacılığa bir dönüş var. Ama bana göre bu bütün matbaa sektörü için geçerli değil. Az tirajlı işler için dijital matbaacılık öne çıkıyor ama özellikle ambalaj tarafında ciddi anlamda sanayi tipi ofset matbaacılığın ve fleksonun öne çıktığını görüyoruz. Matbaacılar yeni bir yapılanma içerisinde. İçinde bulunduğumuz kriz koşulları belki de bu yapılanmayı biraz daha hızlandıracak. Kanaatimce bu dönüşümü iyi algılamayan bazı matbaalar sektörden çekilecekler, bazıları ise büyüyerek çıkacaklar.”
Kılıçaslan Basım Ambalaj A.Ş.’nin cirosunun %60’ını karton ambalaj oluşturuyor
Cirosunun %60’ı karton ambalaj tarafında olan Kılıçaslan Basım Ambalaj A.Ş.’nin sürekli form ve termal baskı tarafı da % 40’ını oluşturuyor. İçinde bulunduğumuz dönemin zorlaşan şartlarında Kılıçaslan mevcut durumu korumaktan yana. “Ben büyümenin işletmeyi daha iyi yerlere getireceğini düşünmüyorum. Şu andaki hedefimiz konumumuzu korumak. Daha teknolojik makinelerle daha doğru yatırımlarla yerimizi korumak bence en iyi büyüme politikası. Şu anda 40 kişiyle çalışırken 200 kişiye çıkmak sektörde ne kadar doğru bilemiyorum. Bu bana pek doğru gelmiyor.
Kısa vadede yeni bir yatırım planımız yok. Türkiye’nin içinde olduğu ortam belli. Yapmaya çalıştığımız şey mevcudu korumak, önümüzü görmek. Gördükten sonra şartları değerlendireceğiz. Ama şu an için idealimiz mevcudu korumak” diyor.
“Meslek Liselerine ağırlık verilmeli”
Özellikle son zamanlarda matbaaların en büyük sorunlarından biri de eleman sorunu. Hem yetişmiş eleman sayısı yetersiz, hem de yetiştirmenin önünde eğitim sisteminden kaynaklanan engeller var. Kılıçaslan Basım Ambalaj eleman sorunu yaşıyor mu, İrfan Kılıçaslan şöyle yanıtlanıyor.
“Yaşamıyorum diyen yalan söyler ama bizim birlikte çalıştığımız insanlar 20-30 senedir bizimle olan insanlar. Bu sayede, biraz daha iyi durumdayız. Onlar işlerine, biz onlara sahip çıkıyoruz. Kırk civarında çalışanımız var, genelde eski ustalarımızla çalışıyoruz. Zaten yeni yetişen insan da yok.
Eleman sorununun bu noktaya geleceği belliydi. Ticaret Odası’nda görev alırken de sık sık dile getirdik ama mesafe alınamadı. Yıllardır eleman sıkıntısı olacağını söylüyoruz. Bu sadece bizim iş kolunda değil, diğer iş kollarında da sorun ve bu sorun artarak devam ediyor. Bu ciddi bir tehlike. Her zaman savunduğum gibi meslek liselerine ağırlık verilmeli. Bu liseler pratik ağırlıklı olmalı. Okul haftada 5 günse, çocuk gerekiyorsa bunun bir gününü okulda geçirmeli, diğer dört gününü matbaada pratik yaparak öğrenmeli. Bu çocuklara kalfalık falan değil, lise diploması verilmeli ve devam etmek istiyorsa iyi bir üniversiteye geçiş yapabilmeli. Ben herkesin askerlik yapması gerektiğine inanıyorum ama meslek lisesi ya da meslek yüksek okulu bitirene de üniversite bitirenlere tanınan haklar tanınmalı. Birçok insan sırf askerlikten kurtulmak, okumuş olmuş olmak için okuyor ve hayatının bir dönemini gereksiz yere boşa harcıyor. Bir meslek lisesi mezununa yüksek okul okuyana tanınan şans tanınarak doğru eğitimli insanlara ulaşmamız sağlanmalı. Bugün elektrik ustası bulmakta zorlanıyorsun, kliman arızalansa klima tamircisi bulmakta zorlanıyorsun. Maalesef eğitim sisteminde ciddi sıkıntılar var. Türkiye’nin önünün açılması için bunların aşılması lazım. Eğer üretime önem vermek istiyorsan – bu sadece makine almakla olmuyor – o makineyi çalıştıracak insana da en az makine kadar önem vermelisin.”